Tahta temaşa ne demek ?

Guzay

Global Mod
Global Mod
[color=]Tahta Temaşa: Kalbin Gözüyle Görmek Üzerine Bir Hikâye[/color]

Selam dostlar,

Bugün sizlerle sadece bir kelimenin değil, bir hissin, bir hatıranın, bir yaşam biçiminin hikâyesini paylaşmak istiyorum. “Tahta temaşa” kelimesi belki birçoğunuza nostaljik bir tınıyla gelir. Ama inanın, içinde öyle derin anlamlar var ki… Hani bazen bir kelime, bir insanın bütün çocukluğunu, bütün umutlarını, hatta bütün kırılganlığını anlatır ya, işte “tahta temaşa” da öyle bir kelime.

Bu forumda hep birlikte düşünmeyi, hissetmeyi, bazen de sessizce birbirimizi anlamayı seviyoruz. O yüzden bu hikâyeyi, sadece okumayın — biraz durun, hissedin. Belki siz de kendi “tahta temaşanızı” bulursunuz.

---

[color=]Bir Kasabanın Tahta Kokusu[/color]

Yıl 1987.

Küçük bir Anadolu kasabasının ortasında, taş duvarların gölgesine sinmiş bir meydan vardı. Yaz akşamları çocuklar misket oynar, kadınlar kapı önlerinde dantel örer, erkekler kahvede çaylarını karıştırırken sessizce gazete okurdu. O meydanın bir köşesinde ise eski, çatlak tahtalardan yapılmış bir sahne yükselirdi. Üzerinde tozlu perdeler, kırık lambalar, ve el emeğiyle yapılmış kuklalar…

O sahneye “tahta temaşa” derlerdi. Yani, tahta bir sahnede sergilenen, halkın içinden doğan, samimi, içten bir gösteri… Ama sadece bir eğlence değil, bir aynaydı aslında o. Kasabanın ruhu, insanların acısı, sevinci, gülüşü, hatta sırları o tahtaların üstünde dile gelirdi.

---

[color=]Ali Usta ve Tahta Temaşanın Ruhu[/color]

Tahta temaşanın ustası Ali Usta’ydı. Altmışını geçmiş, ama gözleri hâlâ çocuk gibi parlayan bir adamdı. Kuklaları kendisi oyardı. Her birinin yüzüne bir hikâye işlerdi: biri mahalle bakkalı, biri köyün öğretmeni, biri de her yıl kasabadan geçip giden, kimsenin adını bilmediği gezgin kadındı.

Ali Usta, sahneye çıkmadan önce kuklalarına sessizce fısıldardı:

“Bugün yine kalplerin tozunu alacağız, hazır olun.”

O, erkeklerin o klasik çözümcül aklına sahipti. Her sorunun bir cevabı, her duygunun bir nedeni olduğuna inanırdı. “İnsan üzülür ama bir nedeni vardır,” derdi hep. “O nedeni bulursan, acın da küçülür.”

Ama kader, ona öyle bir ders verecekti ki, bu defa çözüm değil, sadece hissetmek yetecekti.

---

[color=]Zehra’nın Sessizliği[/color]

Ali Usta’nın kızı Zehra, babasının aksine konuşmaktan çok dinlemeyi severdi. Sessizdi ama iç dünyasında fırtınalar kopardı. Kuklaların her hareketinde, insanların bastırdığı duyguları hissederdi.

Bir gün babasına dedi ki:

“Baba, bu kuklalar konuşuyor ama insanlar dinlemiyor. Herkes gülüp geçiyor.”

Ali Usta gülümsedi:

“Kızım, dinleyen varsa konuşmak kolay. Ama kimse duymak istemezse, o zaman tahta bile susar.”

Zehra ise başını iki yana salladı:

“Belki de o zaman tahta temaşa sadece seyirlik değil, duyguluk olmalı. İnsanlar izlerken değil, hissederken gülsün.”

O an, iki kuşağın, iki cinsiyetin farkı kadar, iki yaklaşımın da farkı görünür olmuştu:

Ali Usta, çözüm arıyordu. Zehra, anlam arıyordu.

---

[color=]Bir Fırtına Gecesi[/color]

Kasabaya o yıl büyük bir fırtına geldi. Yağmurun sesi, gök gürültüsüne karıştı. O gece tahta sahne yıkıldı.

Ali Usta sabaha kadar dışarıda kaldı, her tahtayı, her kuklayı elleriyle aradı. Gözyaşları yağmurla karıştı. Zehra ise sessizce izledi babasını; elinde sadece bir kuklanın başı vardı — yarısı suya karışmış, yarısı hâlâ sağlam.

Sabah olduğunda Ali Usta yorgun bir sesle, “Hepsi gitti Zehra…” dedi.

Zehra, babasının yanına çömeldi ve o kukla başını gösterdi:

“Hayır baba, sahne değilmiş asıl temaşa. Asıl temaşa bizmişiz. Biz düşerken de seyrediyoruz birbirimizi.”

Ali Usta o an anladı: “Tahta temaşa” sadece bir gösteri değilmiş; insanın kendi hayatına, kendi hatalarına, kendi kırılganlığına uzaktan bakabildiği o anmış.

---

[color=]Kadınların Empatisi, Erkeklerin Çözümü[/color]

Ali Usta o günden sonra kuklaları yeniden yapmadı. Bunun yerine kasaba çocuklarına, “temaşa”nın anlamını anlatmaya başladı:

“Bir şeyi tahta gibi gör, sert ama sabırlı. İnsanları da temaşa et; yani seyret ama yargısız. O zaman kalbin görmeyi öğrenir.”

Zehra ise kadınların kalpten konuşan yönünü sahneye taşıdı. Yeni bir oyun yazdı: “Gözyaşıyla Gülenler”. Oyun, insanların duygularını saklamak zorunda kalmadığı bir dünyayı anlatıyordu. Kadınların empatisiyle erkeklerin çözümcül aklı birleşince, ortaya bambaşka bir anlayış çıktı.

Oyun bitince kasaba halkı sessiz kaldı. Kimse alkışlamadı, çünkü herkes kendi hayatını düşünüyordu.

---

[color=]Tahta Temaşanın Gerçek Anlamı[/color]

Zaman geçti, sahne yeniden kuruldu. Ama bu kez tahtalar daha sade, ışıklar daha loştu. Çünkü herkes anlamıştı: “Tahta temaşa” bir gösteri değil, bir aynaydı.

İnsan, kendi hikâyesini başkasında gördüğü an, işte o zaman gerçekten temaşa ederdi.

O sahnenin önünde, artık yaşlanmış Ali Usta ve büyümüş Zehra oturuyordu.

Ali Usta, kızına döndü:

“Senin dediğin doğruymuş Zehra. Temaşa, görmek değil; hissetmekmiş.”

Zehra ise babasının elini tuttu:

“Ve hissetmek, en derin görmektir baba.”

---

[color=]Forumdaşlara Soru[/color]

Şimdi sizlere sormak istiyorum dostlar:

- Sizce kendi hayatımızın “tahta temaşası” nedir?

- Başkalarının hikâyelerine bakarken, yargılayan bir seyirci mi oluyoruz yoksa hisseden bir izleyici mi?

- Kadınların empatisiyle erkeklerin çözümcül yaklaşımı bir araya geldiğinde, sizce hayatın sahnesi nasıl bir oyuna dönüşür?

Belki hepimizin içinde küçük bir tahta sahne vardır.

Belki de hepimiz, farkında olmadan, kendi temaşamızı oynuyoruz.

Ama unutmayın, önemli olan sahnede ne olduğumuz değil; o sahneye baktığımızda kalbimizin ne gördüğüdür.